Sonbahar...
Şu yıkık dökük penceremin, bulanık camında, ne de güzel görünüyor savurduğun yapraklar.
Avuçlarımda tuttuğum bir bardak çayım, bir de sen ısıtıyorsun bu sıralar yüreğimi.
Sonbahar ısıtır mı ki diye bir ses...
Kim bilir belki de şu yerdeki sararmış yapraktı soran. O halde rüzgar savurmadan onu, cevaplanmalıydı.
Isıtır efendim. Eğer ki yüreklerin kaskatı kesilmiş olduğu, görevlerinden bihaber yaşayan insanlarla paylaşıyorsan aynı geceyi. Kış dahi ısıtır her bir yanı.
Sonbahar; kendimi senin yanında aciz hissediyorum bu sıralar. Çünkü bizler, unuttuk görevlerimizi. Hani olur ya unutmaman gereken bir şeyi çokça tekrar edersin. Ya da bir telaş sarar ya yüreğini " Unutmamalıyım" diye. O halde söylesin biri. Neden o telaştan bende de yok, neden kış yaklaşırken yapraklarını hızlıca döken, sonbaharın telaşından bende de yok ?
Unuttum değil mi ben. Evet evet. Hem unuttum hem de sayfa sayfa görevlerimi yazan kitabı, açıp okumaya acizim. Sahi sonbahar söyler misin. Ben neyim, ne eyleyeyim?
Pencereden bakıp sarfediyorken tüm suallerimi. Ağaç, bir yaprağını da bırakıvermişti. Üstelik elimdeki çay da soğumuştu. Desenize o da artık ısıtmayacak beni. O vakit, tamamen donmadan hatırlamalı her şeyi...
Bu yazıya ilk yorumu siz yazın.